17 Ekim 2012 Çarşamba

Sevinmek istiyorsak sevindirmeliyiz


Sevinmek istiyorsak sevindirmeliyiz



Mutlu olmak güzel bir araba/iş/eş demek değildir. Bunların hepsine sahip olsak bile, gerçek mutluluk karşısındaki insanın gülmesine vesile olabilmektir.

      2002 yılındaki hidayetimden sonra yani Kuran’ı okuyup gerçeği anladıktan sonra dünyaya bakışım değişti. Ağlamanın tadına vardım. Bir kız için değil merhametten ağlamayı keşfettim.


2004 yılındaydı sanırım, işten gelince yemek, lavabo, diş fırçalama, traş işlerinden sonra babamla beraber televizyonun karşısına geçerdik.


Kanalları dolaşırken Stv’de Kimse yok mu isimli yardım programına takıldık kaldık. Programı İkbal Gürpınar sunuyordu. Babamla beraber her hafta o programı izler ve ağlardık. Bilenler mutlaka vardır.

 

   Programda bir il yada ilçede önceden yardıma muhtaç fakir bir aile tespit ediliyor. Daha sonra o yerde oturan ve ileriki yıllarda bu aileye destek olacak bir kardeş aile ile buluşuluyor.


Daha sonra fakir aileye ziyarete gidip ihtiyaçları tespit ediliyor. O ilçedeki cömert esnaftan, belediye ve kaymakamlıktan toplanan yardımlar o fakir aileye veriliyor.


Zaten o sevinç anında babam da ben de ağlıyoruz. Kimi zaman tepeden tırnağa bir ev eşyalarla ve gıdalarla dolduruluyor. Bazen evin çocuğuna eğitim bursu, bazen gencine iş veriliyor. Babamla çok etkilenmiştik.



 
   Sanırım bir kaç kez yazın Ereğli’ye giderken yedi adet koli erzak yaptırmıştık. Her kolide en kalitelisinden zeytin, peynir, makarna, çay, şeker, yağ, pirinç, çikolata, vs... vardı. Bunları fakir akrabalarımızın evlerine bizzat giderek dağıtmıştık.


Ayrıca işyerinde de amirim Ender Altın bey ve samimi arkadaşlarımla çete kurduk. Sevap çetesi :) Duyduğumuz bazı fakir engelli veya ihtiyaçlı aileleri araştırıyoruz. Daha sonra aramızda para toplayıp ulaştırıyoruz.


Bir de ayrıca ramazanlarda şirketimiz biz çalışanlardan yardım toplayıp çeşitli faaliyetler yapıyor.


Geçtiğimiz yıl Sincan kimsesizler yurdunun tuvaletini yaptırdı. Sonucu sunu şeklinde hazırlayıp mail atmışlardı. Yetim çocukların yüzünü görünce ağlamıştım.



*** 
      Kitap boyunca bütün bu gibi yardım konularından bahsetme nedenim inşallah sizleri şevke getirebilmektir.


Hani efendim fıkra diye anlatılır bu, ama gerçeklik payı da yok değil :

***

Cehennemde zebaniler bir adamı ateşe atacaklar.  Adam birden :


 - "Durun beni ateşe atamazsınız, ben dünyadayken bir dilenciye elli kuruş vermiştim", der. 
 
Zebaniler araştırırlar gerçektende adam hayattayken bir dilenciye elli kuruş vermiştir.

Düşünür, taşınır işin içinden çıkamazlar. Sonunda baş zebaniye giderler.

 - "Adamın biri dünyada bir dilenciye elli kuruş vermiş, beni atamazsınız,  diye bağırıp duruyor ne yapalım ?" derler. 
Baş zebani de:

 - "Verin elli kuruşunu, atın aşağıya". :)

***

 

   Hemen her hafta o programı izler ağladık. Neresi olduğunu unuttum İkbal Gürpınar ve kardeş aile yine fakir bir aileye gittiler.


Eşini kaybetmiş yetmiş yaşında bir dede üç torununa bakıyordu. Anne ve babaları trafik kazasında ölmüşler. En büyük torun oniki yaşındaki kız çocuğu.
İkbal Gürpınar soruyor.


Kardeşlerine bakıyorsun ne küçük annesin sen. Peki canım okula gitmek ister miydin? Anneni özlüyor musun? “



Kız o an elini yüzüne kapatıp ağlamaya başlıyor. İkbal hanım: “Ben senin annen oluy mu? “ diyor ve ikisi sarılıp ağlıyorlar.


Tabi o an babam ve ben şıpır şıpır gözyaşı döküyoruz.

 


 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder